Neden Tango? Neden başka bir dans değil de Tango?
Neden aşkın ve tutkunun dansı?
Neden hiç tanımadığın insanlara sarılmak ve sokulmak?
Neden, bu anlaşılması zor olana karşı duyduğumuz o güçlü, karşı
konulamaz çekim?
Neden?
Nedeni çok! Ve karmaşık… İçiçe geçmiş iplikler gibi... Çöz
çözebilirsen..Çözmek sabır ve zaman ister...ve tabiki çözmek istemeyi de..
Hele bir de Tango yapabilmek için verdiğin o emek…O iki adımı her
seferinde daha düzgün atabilmek için sarfettiğin o çaba, döktüğün o terler
düşünüldüğünde…
Deli işi ... Yaşam da öyle değil mi ?
Yine de çözmek istersen, ilk ve öncelikli sebebin dans etmektir
mutlaka… Dansa olan sevgin ve tutkundur en başta…Ancak denemiş ve görmüşsündür
çoğu kez... İtici kuvvetin ‘dans etmek’ iken aradığını bulamamışsındır çoğu
zaman denediğin bir çok dansta…Ne
Folklor, ne Oryantal, ne Sirtaki ne de Salsa..
Özellikle bunları denedikten sonra yolun düşmüşse Tango’ya demekki
aradığın başka bir şeyler vardır öylesine
dans etmenin ötesinde...
İşte sorunun kaynağı bu? Peki neden Tango?
Basit anlamda dans müziksiz düşünülemez... O zaman belki de aradığın
o müziklerdir denilebilir... Tango müziği... O çok sesli bir müzik.... Canlı orkestra
müziği...
Çok zengin ve çok güçlü...ve doğal... İnsan eli, insan nefesi, insan
teri var o müzikte apaçık... Ve tabii o bestelerin içindeki DUYGULAR....
Hıımmmmm..... İşte cevap burda saklı olabilir mi?
Tango senin ifade edemediğin, bırak ifade etmeyi, hissetmekten bile
kaçındığın ve kaçtıkça o apansız ‘
ayrılık ’ dünyasında kendini kopuk ve yalnız hissetmişliğinin bir çaresi, bir
derman arayışı olabilir mi ?
Tango müziğinin içinde
barınan tılsım, o sanatçıların sesleri
ve müzikleriyle yaptıkları büyü, senin yerine de yakarıyor olmaları ve sana
ifade edemediğin belki varlığından bile haberdar olamadığın duygularına ses ve
söz, hatta kelam oluyor olmaları olabilir mi ?
İşte aslında bu kadar basit neden Tango sorusunun cevabı?
O müzik ve hareketler topluluğunun bütünü bundan ibaret…Acıyı
hafifletmek için bulunan insani bir çözüm, bir eğlence aracı…
Daha ne olduğunu anlamadan seni içine çeken o büyü, o tılsım o…
Okumadıysan, araştırmadıysan bilemezsin Tango’nun
tarihçesini..Çoğumuz bilmeden okumadan başladık Tango’ya…Ben ilk defa bugün bu
yazıyı yazarken uzun uzun okudum google dan…
Herşey çok basit ve çok anlamlı…
O müzik işte herşeyin baş sebebi... Suçlu o!
İçinde herşey var ve en damardan, en yanık, en güçlü, en muhteşem
şekilde var....
İnsanların, yaşamış ve yaşamakta olduğu sıkıntılarının, hayal ve
kalp kırıklıklarının, hırçınlıklarının, isyanlarının, küstahlıklarının ve
paramparça olmuşluklarının tadı, tuzu, acısı var o müziklerde… Senin için
yazmışlar, senin yerine şakıyorlar gibi gerçek o müzik... Alıp götürüyor seni o
duygudan ötekine.... Seyahat ediyorsun iç dünyanın kimi çiçekli kimi çorak
bahçelerinde...
O müzikle bir de dans ettiğinde bazen dikenli gül bahçelerine döner acının kırmızı
rengi bazen gelincikler gibi hafif hafif savurur seni neşe ve keyifle…
Kim bilebilirdi ki sadece dans etmek için çıktığın bir yolda
aradığın şeyin özgürlük ve değişim
dönüşüm olduğunu…Belki ‘ dokunmak ve dokunulmaktı ’ dansın yanısıra ihtiyaç
duyduğun…Belki sadece biraz sosyalleşmek, yalnızlığından kurtulmak, belki daha
bir çok şey…hepsi sende saklı…
İşin komiği, zamanında ahlaksız bir dans olarak benimsenmiş
Tango…Bugün hala oraya oturtmaya çalışanlar var tabii… Şekilden ibaret
olduğumuz sanrısı içinde olmanın verdiği kaçınılmaz sonuç…Anlatamazsın…
Hele hele googledan aldığım bu bilgiler çerçevesinde baktığında hak
bile verebilirsin:
Böylece belirgin bir şekilde
1865 ile 1880 arası ortaya çıkan Tango müziği, içerisinde hırçınlık, asilik,
küstahlık gibi bazı duygular ile kalp kırıklıkları ve paramparça olan hayaller
neticesinde melonkoliyi taşır. Eşlerini, çocuklarını, yani ailelerini geçmişte
bırakarak tek başlarına bu yabancı topraklara gelen göçmenler, doğal olarak
erkek nüfusunun arttırmasına ve cinsiyetler arası büyük bir sayı farkı
oluşmasına neden olmuştur. Boenos Aires’deki kadın nüfusunun bu azlığı,
beraberinde fahişeliği gelişen bir endüstri haline getirmiştir. Böylelikle
genelevler artarak kısa sürede işçi sınıfının eğlence mekanları halini
almıştır. Bu mekanlarda da kadın sayısının az olması kapılarda uzun kuyruklar
oluşmasına neden olurken, sırada bekleyen erkekleri eğlendirmek için küçük Tango
müzik grupları çalıştırılmaya başlanmıştır. Genelev mekanları fakir kesimin
yanı sıra orta ve daha üst kesimin de uğrak yeri olmuş her iki kültür burada
birbirlerini tanımıştır. Böylelikle alt kesimin sokakta yarattığı Tango üst
kesim tarafından bu mekanlarda tanınmıştır.
Tango, alt kesime ait olması
ve genelevlerde yayılması sebebiyle uzun süre ahlaka aykırı bulunmuştur.
Bu dönemde kadınlar için dövüşen ve yine onlarla iyi dans edebilmek için birbirleriyle dans pratiği yapan erkekler vardır.
Bu dönemde kadınlar için dövüşen ve yine onlarla iyi dans edebilmek için birbirleriyle dans pratiği yapan erkekler vardır.
Öncelikle yine alt kesimlerce
sevilip yayılan Tango zamanla üst kesimlerde de beğenilmeye başlar. Ancak
Arjantin’deki stil ile Avrupa’da yapılması hoş karşılanmamış ve modernleştirme
adı altında sadeleştirilmiştir. Böylelikle “Avrupa Tango”’su ortaya çıkmış,
kısa sürede diğer Avrupa ülkelerine de yayılmıştır.
Bu dönemden sonra, özellikle Paris’lilerin bu dansa olan ilgisi sayesinde Tango, Arjantin sosyetesinde de değer kazanmıştır. İlk kez 1917 yılında Carlos Gardel’in smokin giyerek, her türlü argo ve erotizmden uzak sözlerle tango söylemesi, müziğin üst kesimlerce değer kazanmasını hızlandırmıştır. Avrupa'nın ilk tango çılgınlığı Paris'ten sonra Londra, Berlin ve diğer başkentlere sıçradı. 1913'lerin sonlarına doğru, bu dans New York'u ve Finlandiya'yı da etkisi altına aldı.
Buenos Aires’te Tangonun üst kesimlerce de benimsenmesi ve dünyayı etkileyecek bir akım halini alması 1920 ile 1940 arasıdır. Bu dönem Tango’nun altın çağı olarak nitelendirilir.
Bu dönemden sonra, özellikle Paris’lilerin bu dansa olan ilgisi sayesinde Tango, Arjantin sosyetesinde de değer kazanmıştır. İlk kez 1917 yılında Carlos Gardel’in smokin giyerek, her türlü argo ve erotizmden uzak sözlerle tango söylemesi, müziğin üst kesimlerce değer kazanmasını hızlandırmıştır. Avrupa'nın ilk tango çılgınlığı Paris'ten sonra Londra, Berlin ve diğer başkentlere sıçradı. 1913'lerin sonlarına doğru, bu dans New York'u ve Finlandiya'yı da etkisi altına aldı.
Buenos Aires’te Tangonun üst kesimlerce de benimsenmesi ve dünyayı etkileyecek bir akım halini alması 1920 ile 1940 arasıdır. Bu dönem Tango’nun altın çağı olarak nitelendirilir.
Dans bilgi ile yapabileceğimiz bir iş değildir. Dans hisle yapılır.
Dansı anlatamazın…Dans yaşanır… Hisli insanlar, hislerini hissetmeyi ve sevmeyi
seçen insanlar dans edebilir kanaatimce…Kim olduğun , nerden geldiğin, ne iş
yaptığın, kaç yaşında olduğun, kaç paran olduğunun hiç bir önemi, faktörü yoktur
dans etmek için…Dans ruhun işlevidir…Sonsuz ve sınırsız olanın…Tam ve bütün
olanın…
O yüzden de, neden Tango’nun bir cevabı da ‘ bütünleşmek ’ olabilir
mi?
‘ Ayrılık ’ tan yani kıyas ve
yargıdan, ötekileştirmekten doğan yanılgılarımızın verdiği acıya son vermek ihtiyacımızdan olabilir mi?
Tutunduğumuz acılarımızı
bırakma, yaşamı sevinç ve neşeyle yaşama arzumuzdan kaynaklı olabilir mi Tango?
Her ne kadar içimizdeki fahişe ve kabadayı arketiplerini aktive
ediyor olsa da … J
Bu da güzel değil mi sonuçta…Neyi niye bastırıyoruz, saklıyoruz ki
…Korku niye?
Dolayısıyla, hayatta olduğu gibi Tango’da da ilerlemenin ve kendini
keşfetmenin sonu yoktur..Ebedi bir danstır Tango…
Dans vardır…Dansçılar vardır…Bir de o içine işleyen müzik…Evrenin
sesi gibidir o…Onunla bir olduğun sürece akarsın…Karşındaki dans partnerin de
görünürde sıradan bir insandır ama dansın içindeyken evrenin yaratıcısını
temsil eder..Lider odur…Müzikten önce onu dinlemen ve takip etmen gerekir…Önce
o vardır…Sonra müzik…Ve çoğumuz Tango’ya ilk başladığımızda bu hatayı
yaparız…Müziğe öncelik verme hatasını..Müzik tehlikelidir…Seni alır
götürür…Ayağını yerden kesebilir…Tıpkı duygularımız gibi… Duygularımız biz
gerçekten uzaklaştırır, yanlızlaştırır…
İşte o zamanlarda da olduğu gibi destekçin ve tek dayanağın
partnerindir…Partnersiz Tango olmaz…Partnersiz hayat, hayat olmaz…Hayatta tek
gerçek partner vardır o da Evrenin Yaratıcısı, Tek ve Mutlak Hakimi’dir.
Kendi kendine dans edemezsin…O’nu yadsıyamazsın… Dans ettiğini
sanırsın…O sana kendini her an, her
yerde her şekilde hatırlatır… Onsuz sen bir hiçsindir. Ayrı ve
kopuksundur…Tatsız ve bahtsızsındır. Dans pistindeki partnerini iyi seçmen
gerektiği gibi yaşamda da partnerini iyi bellemek gerekir…Esas olanı unutur,
yansımalarına tutunursan kendini sen de Tango’da rondo monad hak getire bir
halde bulabilirsin işte J
Özgürleşmeyi, bütünleşmeyi ve birleşmeyi arar durursun…Çoğu zaman,
çoğu insanın yaptığı gibi döner döner durursun gerçekten bilhaber…
İşte yine söylüyorum…Partnerini iyi seçmen, iyi bellemen gerekir…
O’nun gerçekte kim olduğunu iyi bilmen gerekir.
O Evrenin Yaratıcısı ve Herşeyin
hakimidir… Rondo’da olduğu gibi hayatta da atacağın adımın yönünü de biçimini
de o belirler…Sen sıkı bir takipçi olmadan bu dansta ilerleyebilmenin mümkün olmadığını er geç
anlarsın.
Gerçeği işte böyle düşe kalka öğrenirsin…Sen varsan ve dansa/bütünleşmeye
hazırsan partnerin de hazırdır…O senin için ordadır.... O hep vardır. O her an
her yerde herşeyin içinde var olandır.
İşte benim Tango’dan anladığım budur…Şimdilik budur…Neden Tango’yu
seçtiğim ya da neden O’nun beni seçtiği aşikardır…
Senin yakaramadığın her acın ve o acıların sana kazandırmış olduğu o
tuhaf haz...evet evet! Acıdan duyduğun haz.... Acına olan tutkunluğun ve tutsaklığın… O paradox…ve onun orda, dans
pistinde, dansın içinde ulu orta var olabilme, dolaşabilme özgürlüğü...Bastırdın
çünkü onu.... Yok saydın…Hissetmekten korktun ve kaçtın yıllarca... Ama o seni
işte böyle hiç beklemediğin bir yerde yakaladı ve ortaya çıkmanın yolunu
buldu... Şimdi özgür! O özgürse sen de özgürsündür diyebilirmiyiz? Dans
özgürleştirir diyebilir miyiz?
Kaç kişi dans etmek istiyorum, dansı seviyorum, danssız bir hayat
düşünemiyorum derken dansın bu terapötik etkisinin farkındadır ki?
Orda, o dans okulunda, o dans gecesinde aslında iyileşmek için var olduğunun
farkındadır ki?
Çiğdem
04.04.2015
İstanbul